29 Ekim 2023 Cumhuriyet Bayramı; Sn. Naim Babüroğlu'nun Konuşması

Son Güncellenme Tarihi: 29 Ekim 2023 Pazar 15:32

29 EKİM 2023 CUMHURİYET BAYRAMI ETKİNLİĞİ TUTANAĞI


29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI ETKİNLİĞİ

Yüksek Divan Kurulu Başkanlık Divanımızın 24.05.2022 tarih 2 no’lu kararı ile kutlanmasına karar verilen 30 Ağustos Zafer Bayramı ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarından, 2023 yılı Cumhuriyet Bayramı etkinliği 29 Ekim 2023 Pazar günü saat 15:00’ da Faruk Ilgaz Tesislerimizde Sayın Naim Babüroğlu’nun katılımıyla gerçekleşmiştir.


SAYIN NAİM BABÜROĞLU’NUN KONUŞMASI

 Öncelikle Fenerbahçe’mizin değerli Kulüp Yönetimine, Sayın Yüksek Divan Kurulu Başkanımıza ve Sayın Yüksek Divan Kurulu üyelerine ve sizlere Türkiye’nin en önemli ve en dirençli kulübüne, sivil toplum örgütüne hitap etmekten büyük bir onur ve şeref duyduğumu belirtmek isterim. Sizlerle beni bir araya getiren Sayın Uğur Dündar’a da en büyük teşekkürü sunmayı bir borç biliyorum. Sağ olun var olun. Tabi Uğur Dündar deyince ben Cumhuriyeti görüyorum. Uğur Dündar’ı görünce Atatürk ’ün en büyük eserim dediği, Cumhuriyeti emanet ettiği gençleri, temsilcisini görüyorum. Çünkü Cumhuriyet liyakattır, Cumhuriyet fırsat eşitliğidir. Atatürk’ün Cumhuriyetidir. Biraz önce konuşmalar yapılırken 3 Temmuz kumpasından bahsedildi. Bu benim konferans konum değil ama bunu belirtmeden geçemeyeceğim. Başta TSK olmak üzere kumpaslar dönemi geçirildi ve biliyorsunuz Türk Ordusu kumpaslarla hırpalandı. Hain darbe girişimi oldu ve fetö TSK’nın en kilit yerlerini ele geçirdi. Aslında hiç biri sızmadı hepsi tercih edilerek geldi onun altını çizelim ama tarih şu gerçeği not etti ve edecek 30 – 40 yıl sonra tarihi yazanlar şunları yazacak; 2235 yıllık köklü tarihe sahip Türk Ordusu, 1907’de kurulan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün fetö’ye gösterdiği direnç kadar direnmemiştir. Bir emekli asker olarak bunu söylemekten üzülüyorum ama gerçek bu. Eğer o hain darbe girişiminde TSK, Fenerbahçe Spor Kulübü kadar tepki gösterseydi şuan durum çok daha farklı olurdu.
 Size büyük bir onur ve şerefle hitap etmekten çok mutluyum ama tabi Atatürk’ü anlatmak tabi kolay değil. Atatürk deyince Atatürk’ün Cumhuriyeti, Cumhuriyet deyince Atatürk akla gelir. Ben ikisini birleştirerek anlatacağım. Ama benim ağzımdan çıkacak her söz mutlaka bir belgeye ya da hatıratlara dayalıdır. Hatıratlar da iki üç hatıra ya da anının teyidinden kaynaklanmıştır. Eğer kendi değerlendirmelerim olursa o benim kanaatimdir. Ama tüm anlatacaklarım belgelere dayalıdır. Ama öncelikle kimdir Mustafa Kemal. Onu en son yazdığım şiir kitabından müsaade ederseniz okuyalım. Selanik’te halktan biri olarak doğdu. Adı Mustafa’ydı. Mustafa Kemal oldu. Gazi Mareşal Mustafa Kemal oldu. Türk Milleti ona Atatürk dedi. 34 yaşında Çanakkale Savaşında Truva’nın intikamını aldı. 38 yaşında Milli mücadele yolculuğuna başladı. İdama mahkum edildiğinde 39 yaşındaydı. 40 yaşında 238 yıllık Türk çekilmesini Sakarya Nehri kıyılarında Sakarya Meydan Muharebesi zaferiyle durdurdu. 41 yaşında işgalcilerin hayallerini yerle bir etti. Nazım’ın dediği gibi Kocatepe’den Afyon ovasına atladı. 42 yaşında Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu ve Cumhuriyetin ilk Cumhurbaşkanı seçildi. Ümmeti millet kulu değerli birey yaptı. Fikriye ve Latife’nin paylaşamadığı Başkomutan aslında hep yalnızdı. Evliliği fırtınalı denizde bir yolculuktu. Savaşta yendiği düşmanının onun önünde saygı duruşu beş bin yıllık yazılı tarihte bir ilkti. Büyük bir acı içinde bunalıyorum dediği günler oldu. Gözyaşını tutamadığı anlar oldu. Yolculuğu engeller, nankörlükler ve engellerle doluydu. Beni hatırlayınız sözcükleri hüzünlü bir vedaydı. Ölüm demek böyle olacak kızım sözleri sona yaklaştığının itirafıydı. Son anı ulu bir çınarın köklerinin sökülmesi misali devlerin savaşında son perdeydi. En büyük eserini Türk gençliğine emanet etti. Çok sevdiği milletine vasiyeti oldu. Büyük İskender, Hannibal, Sezar ve Napolyon’un kıskandığı bir savaş ustasıydı. Ama tepeden tırnağa bir insan, sevdaları olduğu, sevdiği kadınlar olduğu, aşkları olduğu. En yakın arkadaşı sigarası ve kahvesiydi. Ağaç sevgisi, kitap aşkı, millete sevdası zirvedeydi. İki yenilgisi oldu. Biri evliliği, diğeri hastalığıydı. 10 Kasım 1938’de ölümsüzlüğe yürüdü. Eğer gerçekten ölmüş olsaydı onu öldürmek için bu kadar çok tetikçi olur muydu? Savaşın ustası, barışın efendisi, tarihin kıskandığı lider Mustafa Kemal Atatürk.
 Şimdi size gerçek yaşamından kesitler sunacağım. Mustafa Kemal 1881’de Selanik’te doğdu doğrudur hiç kuşku yok ancak Mustafa Kemal’in tarih sahnesine ve Türk Milleti’nin huzuruna çıktığı yer Çanakkale Muharebeleridir. 25 Nisan 1915’te “ ben size taarruz emretmiyorum ölmeyi emrediyorum biz ölünceye kadar geçecek zaman içerisinde başka dost kuvvetler yerimizi alabilir ” meşhur savaş tarihine geçen emriyle tarih sahnesine ve Türk Milleti’nin huzuruna çıkar. Eğer biz Mustafa Kemal’i 34 yaşında genç, yakışıklı, cesur ve gözü kara Türk Subayını Anafartalar Kahramanı olarak tanımasaydık ne Milli Mücadele yolculuğu ne Türk İstiklal Savaşı ne de Cumhuriyet olacaktı. Burada benim size hitap etme sizin de beni dinleme fırsatınız olmayacaktı. Dolayısıyla Mustafa Kemal’in benim için asıl doğum yeri Çanakkale Muharebeleridir. Ve 34 yaşındaki bu genç Türk Subayı Mustafa Kemal’e İngiliz işgalciler komutanı yani İngiliz ve Fransız kuvvetleri emir komuta eden yarım milyon askeri yöneten Orgeneral Hamilton 10 Ağustos 1915’te Londra’ya çektiği mesajda şunları söyleyecektir. Conkbayırı’nda Türkler çok iyi bir komutana sahipler. Çok iyi komuta edilen ve yiğitçe dövüşen Türk ordusuna karşı savaşıyoruz. Conkbayırı’nda Komutan 34 yaşındaki Albay Mustafa Kemal’di. Tarih Mustafa Kemal’e hakkını verir. Ve tarih hiçbir zaman nankör değildir. Bir hizmeti asla unutmaz.
Ve kongreler dönemi, Amasya genelgesi derken Ankara yolculuğu 27 Aralık 1919. Ankara’ya geldiğinde ünlü THE TIMES Gazetesi şu manşeti atacaktır; Bütün Dünya’nın kuvvetine karşı ulusal bir hareket yaratmak. Ne çocukça bir hayal.. Turgut Özakman’ın deyimiyle Çılgın Türkler gerçekten. Ben de öyle düşünürdüm o zaman olsaydım. 9 Temmuz sabahı uyandığında sivil elbisesi olmayan, üniforması yok, rütbesi alınmış, görevden azledilmiş, herhangi bir sorumluluğu yetkisi kalmamış bir insan. Sivil elbisesini Validen sağdan soldan buluyorlar, pantolonu bir yerden ceketini bir yerden montunu bir yerden. Ve yanına aldığı birkaç kişiyle ve inançla Turgut Özakman’ın deyimiyle Çılgın Türkler yola çıkıyor. THE TIMES Gazetesi de bu manşeti atıyor. 27 Aralık 1919 Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya geldiğinde. Ama bu yetmiyor. İstanbul Hükumeti Padişah Vahdettin ile Damat Ferit’in emrindeki basın İstanbul basını da mesela Refik Halit Karay o gün bir yazı kaleme alacaktır. Diyecektir ki; Kongrelermiş, düzenli orduymuş, örgütmüş, Milli mücadeleymiş, paraymış. Kuzum Mustafa sen deli misin? Diye yazısını bitirecek. Hiç kimse inanmıyor tabi. Ve Sakarya Meydan Muharebesine geldiğimizde dönüm noktasıdır bu. Mustafa Kemal Paşa 40 yaşındadır ve üç Mustafa karşımıza çıkar. Sakarya Meydan Muharebesi Mustafa Kemal Paşa’nın Cengizhan, Timur, Büyük İskender, Napolyon gibi Komutanları da öne geçiren bir savaştır savaş tarihinde. Dünya Savaş tarihi ve Türk tarihi şöyle kaydeder; Toprak kaybı 1683 İkinci Viyana Bozgunu’yla birlikte Osmanlı Devletinde ilk defa başlar. Yabancılar buna Türklerin kovulma süreci der. 1683’te başlayan Türklerin kovulma süreci Osmanlı tarafından durdurulamaz. Niye durdurulamaz? 3 sihirli sözcük. Adam kayırmacılık, yozlaşma ve liyakat sisteminin çökmesi Osmanlı Devleti’nin sonunu getirir. 20 milyon km coğrafyaya hükmeden Osmanlı 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla beraber tarih sahnesinden silinir. Hadise budur. Bu geri çekilmeyi Osmanlı durduramaz ve Anadolu’da da devam eder. Anadolu’da Ankara yakınlarına Polatlı Haymana’ya kadar gelir hedef Ankara’dır. İngiliz desteğindeki Yunan ordusu Haymana’ya kadar geldiğinde işte 3 Mustafa. Mustafa Kemal 40 yaşında, Mustafa İsmet Batı Cephesi Komutanı, Mustafa Fevzi Çakmak Genel Kurmay Başkanı kaderin tecellisi üçünün birinci ismi Mustafa. Ve onun emrinde görev yapan o kahraman ordu ve Vatan’dan Millet’ten başka sevgi bilmeyen o kuşak. Bu 238 yıllık çekilmeyi Sakarya Nehri kıyılarında durdurur. Savaş tarihi öyle kaydeder. Fakat düşmanın durdurulması yetmez elbette işgalcilerin vatan topraklarından sökülüp atılması dönemi var. Bu arada 11 Temmuz 1921’de Hamdullah Suphi Tanrıöver Milli Eğitim Bakanı’dır. Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gelir. Mustafa Kemal tabi savaşlarla, planlarla, Kütahya Eskişehir muharebeleri kaybedilmek üzere elden çıkıyor, Kayseri’ye taşınalım mı taşınmayalım falan derken o telaşların içinde Hamdullah Suphi der ki Paşam biliyorsunuz biz 16 Temmuz’da bir maarif kongresi toplayacaktık. Öğretmenler toplanacaktı Ankara’da ama biliyorsunuz şuan da ordumuz da geri çekiliyor, zor bir durumdayız. Biz bu kongreyi ileri bir tarihe erteleyelim der. Mustafa Kemal Paşa neden erteleyeceksiniz diye sorar. Hamdullah Suphi; efendim savaş der. Mustafa Kemal Paşa; Hayır hayır, cahillikle savaş düşman ile savaştan daha önemlidir der. Gerçekten de 16 Temmuz’da gelir, maarif kongresinde öğretmenlere konuşma yapar. 40 yaşında, savaş çizmeleriyle gelir, konuşur. Şimdi dikkatinizi çekiyorum. Cumhuriyeti ilan ettiğinde eğitim ve tarih ile ilgili yaptığı devrimin işaret fişeğini verir. 16 Temmuz 1921 düşman Ankara’ya doğru ilerlerken. Ve der ki öğretmenlere konuşmasında; ben Milli Eğitim programı derken hurafelerden, yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden uzak, tarihi ve milli karakterimize uygun bir kültürü kastediyorum. 40 yaşındaki Başkomutan’ın vizyonunu görebiliyor musunuz? Bu milli kültür bu Türk kültürü daha sonra hem tarihe hem de Türk devrimine yansıyacaktır.
 Büyük taarruz, tabi 238 yıllık çekilme durdu. Artık milletin elde kalan son atımlık cephanesi var. 238 – 235 bin asker bulabiliyorlar Anadolu’da. Orduyu biraz donatabiliyorlar ama İngiliz desteğindeki Yunan ordusundan oldukça gücü daha az durumda. Büyük taarruz hazırlıklarına başlarken Mustafa Kemal Paşa’nın hazırlığı 11 ay sürüyor. 26 Ağustos 1922 de çekilen bu fotoğrafa gelinceye kadar büyük taarruz hazırlıkları aşamasında Hasan Fehmi Ataç Maliye Bakanı’dır ve farkına varır. Çoğu komutan maaş almadan savaşmaya devam ediyor. Defterdarlara der ki bana bir liste getirin. Öncelik listesi yapalım. Kim en az maaş almışsa önceliğe koyalım maaş verelim. Hazinede para yok ama para olursa. Liste gelir. En iyi durumda olan komutanlar 2 aydır maaş alamıyor. Fakat genel itibariyle 14 aydır maaş alamayan komutanlar çok. Ve 14 aydır maaş almadan kanlarıyla bu vatanı yeşertmeye devam ediyorlar. Ne çocuklarına, ne eşlerine herhangi bir para gönderme imkanları yok. Bu arada Kocatepe’de çekilen bu fotoğrafta Mustafa Kemal ağzında tuttuğu sigarayı kemiriyor.  Çok kızgındır, endişelidir, yolunda gitmeyen olaylar vardır. Yaklaşık 3 – 4 metre ilerisindeki telefonla bir tümen komutanını isteyecektir ve onu azarlayacaktır. Bu da Halit Paşa’dır. Çünkü yolunda gitmeyen bazı durumlar var. Nazım’ın o meşhur Kuvayı Milliye destanının kaleminden dökülen mısralarında bu fotoğrafta işte Bursa cezaevi önüne gelir Türk İstiklal Savaşı ile ilgili belgeler ve onu yazar ve o dörtlüğü kaleme alır. Ve böylece Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, vatan şairi Nazım Hikmet’in Dünya edebiyat eserinde de yerini almış olur. Burada önemli bir konu var size anlatamadan geçemeyeceğim. Belki biliyorsunuz ama bunun belgesi Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa büyük taarruz zaferini elde ettikten sonra mecliste bir konuşma yapar. Meclisin zabıt tutanaklarından aldım bunla ilgili konuşmadan. Albay Reşat’a Çiğiltepe’nin ele geçirilmesi görevi verilmiş. Albay Reşat hedefini ele geçiremediği için Mustafa Kemal Paşa 27 Ağustos saat 10.30 gibi hemen telefona gider ve Albay Reşat’ı ister. Reşat Bey bir problem mi var hedefinizi ele geçiremediniz konu ne? Albay Reşat cevap verir; Komutanım düşmanın aşırı top atışı nedeniyle çok fazla şehidimiz ve çok fazla yaralımız var ama size söz veriyorum yarım saat içerisinde hedefimizi ele geçireceğiz. Mustafa Kemal Paşa başarılar diler ve yerine gider. Fakat yarım saat geçer, bir saat geçer ve daha sonra Başkomutan dayanamaz bir daha telefona gittiğinde bu kez Albay Reşat çıkmaz. Yaveri Üsteğmen kaplangı çıkar emir subayı der ki; Komutanım Albay Reşat biraz önce intihar etti ama size bir mektup bıraktı müsaade ederseniz onu okumak istiyorum. Başkomutan oku bakalım der. Üsteğmen Kaplangı şu sözleri okur; Komutanım, size söz verdiğim halde vazifemi yerine getiremediğim için yaşayamam. Hakkınızı helal edin der. Mustafa Kemal Paşa meclise konuşmasında der ki ; Efendiler, ben size bu olayı bir örnek olsun diye anlatmadım ama Türk İstiklal Savaşını kazandıran ruhu size tarif etmeye çalıştım. İşte Cumhuriyet bu inançla kuruldu. 14 ay maaş almadan kanıyla vatanı yeşerten kahramanlarla, vazifesini geç yaptığı için içine sindiremeyen ve onuruna yediremeyen bu kahramanlar sayesinde kuruldu. Cumhuriyet hiç ucuz değildi. Ve Cumhuriyet ve Atatürk o kadar vefalı ki.. 1934 yılında soyadı kanunu kabul edildikten sonra Mustafa Kemal Çanakkale muharebelerinde, Türk İstiklal Savaşı’nın tüm evrelerinde bu şekilde tüm şehit olanların ailelerini Çankaya köşküne yemeğe çağırır ve soyadlarını verir. Albay Reşat’ın ailesini çağırır ve yemek yerler sohbet ederlerken der ki; sizin soyadınız Çiğiltepe’dir. Çünkü hedefi orada, orada intihar etti. Mesela 57. Alay Komutanı Hüseyin Avni Bey 1915 Çanakkale muharebelerinde savaşmıştır. Soyadı kanunu 1934’tür. Aradan yıllar geçer 19 yıl sonra çağırır Hüseyin Avni Bey’in ailesini sizin soyadınız Arıburun der. Cumhuriyet ve Atatürk o kadar vefalı ki Hüseyin Avni Bey’in o zaman bebek olan oğlu Türk Hava Kuvvetleri’nin ilk komutanı olacaktır. Tekin Arıburun. Cumhuriyet vefadır, liyakattır.
Mustafa Kemal biraz önce söylediğim gibi savaş ustalarını kıskandıracak bir strateji ustasıdır ama insani değerleri ve insanlık yönü zirvededir. Bu tür hükümdarlar yani Cengizhan, Timur, Napolyon, Büyük İskender, Hannibal gibi insanlar ( Atatürk öndedir) her şeyi zirvede yaşarlar. Ama Mustafa Kemal’i onlardan ayıran yönü olan insanlık çok ileridedir.
 30 Ağustos 1922 Dumlupınar Başkomutan Meydan Muharebesini bizzat Mustafa Kemal Paşa yönettiği için adı Başkomutan Meydan Muharebesi olur. Ertesi gün 31 Ağustos’ta batı cephesi komutanı ve diğer komutanlarla dolaşır ve savaş meydanı Dumlupınar binlerce düşman ölüsü ve yaralısıyla dolu, haykırışlar, toplar yerle bir, düşman araçları paramparça. Mustafa Kemal bu duruma düşman olmasına rağmen çok üzülür. Fakat dolaşırken bir yunan sancağı görür. Sancak bir orduda bir milletin şerefini, onurunu temsil eder. Yanında yaveri Muzaffer vardır. Der ki; çocuk al şu sancağı şu topun üzerine koy. Bir milletin şerefi ve onuru çiğnenmez düşmanda olsa, kaldırır onu. 9 Eylül 1922’de artık temizlenmiştir Yunan ordusu ve işbirlikçileri. 10 Eylül 1922’de Mustafa Kemal Paşa gelir emniyetli bir yer olan Karşıyaka’daki İplikcizade Köşkünde kalacaktır. İzmirli kadınlar büyük heyecanla hazırlamışlar köşkü. Merdivenin iki yanında toplanmışlar alkışlıyorlar. Mustafa Kemal Paşa gelir tam merdivene ayak basacakken bir bakar mavi beyaz bir örtü serili merdivenin üzerinde dikkatini çeker ve bu nedir der. Hanımlar ağlayarak çünkü 3-4 yıldır görmedikleri zulüm kalmamıştır Yunan ordusundan. Paşam derler bu Yunan bayrağı. Lütfen ezerek geçiniz. Çünkü Kral Konstantin geldi. Türk bayrağını bu merdivenlere koydu ve bu merdivenlerden Türk Bayrağının üzerini çiğneye çiğneye eze eze geçti lütfen Paşam intikamımızı alınız derler. Mustafa Kemal Paşa “ Hanımefendiler, bir milletin şerefini ve onurunu temsil eden bayrağı çiğnemekle o kral çok büyük hata etti. Ben aynı hatayı yapmam. Kaldırın” der. İşte Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’yı diğer hükümdarlardan ayıran budur. Onun için Mustafa Kemal Atatürk tarihin kıskandığı lider.
 Ve cumhuriyet. Mustafa Kemal askeri okuldan itibaren mesela Çanakkale muharebelerinde Ruşen Eşref Ünaydın 1915’te Mustafa Kemal’in muharebeyi yönettiği yere çadırına girdim baktım bir cephane sandığı var. Oradaki iki kitabın birinde Balzac yazıyordu. 34 Yaşında genç bir komutan gece gündüz devam eden muharebelerde bu ve buna benzer bazı kitaplar okuyor. Mesela büyük taarruzun hemen öncesi her yer telaş, planlar hazırlanıyor. Reşat Nuri Güntekin’in yeni çıkan Çalıkuş’u romanı vardır. Mustafa Kemal Paşa 21 – 22 Ağustos 1922 gecesi onu okur. Sabah tam cepheye hareket edeceği zaman maiyetine verir. Emir subayları şaşırır, herhalde komutanımız uykusuz derler. Çünkü der ki bu kitabı Reşat bey çok iyi yazmış. Anadolu’da bir öğretmenin çektiği sıkıntıları anlatmış. Bunu İsmet’e de verin o da okusun deyince yaverleri bakar herhalde bizim komutan fazla uykusuz kaldı derler. Muharebede okuyor. Ve cumhuriyetle ilgili fikir oluşur. Mesela 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkar. Şimdi dikkat edin. 3 gün sonra 22 Mayıs 1919’da bir rapor yayınlar kendisine bağlı olan komutanlıklar ve vilayetlere. Raporun bir maddesi muhteşemdir. Millet, milli egemenlik esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir ve bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır. Muhteşem.. Cumhuriyetin tarifini yapıyor ve aslında padişaha isyan bayrağını çekiyor. Fakat burada bitmiyor. 21 – 22 Haziran 1919’da mesela ihtilal beyannamesi dediğimiz Amasya Genelgesinde milletin istiklalini milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Milletin azim ve kararı nedir? Milli İradedir. Adı yok ama Cumhuriyet tarif ediyor 21- 22 Haziran’da. Ve 23 Temmuz – 7 Ağustos Erzurum Kongresi’nde der ki; Milli kuvvetleri etkin ve Milli iradeyi hakim kılmak esastır.
 Cumhuriyete giden süreçte kilometre taşları nelerdir derseniz;
1. 23 Nisan 1920 TBMM’nin açılması,
2. Milli egemenlik ilkesinin 1921 Anayasası’nda ilk madde olarak yer alması,
3. Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz’da işgalcilerin hayallerinin yerle bir edilmesi,
4. 1 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılması,
5. Lozan Barış Antlaşması,
6. 13 Ekim 1923’te Ankara Başkent oluyor.
7. Cumhuriyet’in ilanı.
 Tabii Mustafa Kemal Paşa stratejiyi çok iyi kullanır. Diğer hükümdarların veya kralların ya da liderlerin yaptığı hataları hiçbir zaman yapmaz. Stratejinin 3 faktörü var. Kuvvet, zaman, mekan. Kuvvetini, adımını, konuşmasını uygun yerde ve zamanda kullanır. En uygun yerde ve zamanda. İşte cumhuriyet fikri var ama adını koymak gerekiyor. 25 Ekim’de bir hükümet krizi çıkar bu hükümet gücünden faydalanır. Fethi Okyar Başbakan’dır istifa edin der istifa ederler ondan sonra 28 Ekim’de Çankaya sofrasında şu yansıda görülen isimleri çağırır. Ve yemek yerken yarın kimler konuşacak, yasa tasarısını kim verecek, nerede konuşacak, ne söyleyecek bu hazırlığı yapılır sonra kalkar “ Efendiler yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz ” der. Doğru. Ancak Cumhuriyet bir gecede kurulmadı Cumhuriyet Mustafa Kemal’in kafasında gençliğinden itibaren uzun yıllar boyunca şekillenen Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme projesinin bir eseridir. Biraz önce anlattığım adımlarla. Gençliğinde itibaren, askeri okuldan itibaren John Jack Rousseau’yu okuyor. Kanunları Ruhu kitabının satır satır altını çiziyor. Montesquieu’yi okuyor, Kant’ı okuyor. Türk aydınlarından Namık Kemal, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp’i okuyor. Demokrasi nedir, insan hakları nedir, özgürlük nedir. Milli egemenlik, Devlet, Cumhuriyet kavramlarıyla tamamen bütünleşiyor. Onun için daha Samsun’a çıkar çıkmaz millet milli egemenlik esasını benimsemiştir diyor onun için evet bu lafı söylemiştir. Hiç kuşku yok ama Cumhuriyet bir gecede elbette ilan edilmedi.
 Cumhuriyet’e devredilen miras nedir? Bunlar tamamen belgeye dayalı. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ne miras kaldı? Sayın Başkan, hanımefendiler, beyefendiler. Türkiye o zaman 13 milyondu 3 milyonu trahom hastası. Abartı değil sıtma, verem, tifüs ve tifo salgını. Her evde bit var. Evlerin %97sinde tuvalet yok. 100 evden 3 evde tuvalet var bu belge. Okuma yazma oranı en iyi olarak 100 erkekte 7erkek. Okuma yazma bilen kadınlar da 1000 kadından 4 kadın okuma yazma biliyor. Ama Doğu Anadolu’ya gidildikçe bu oran sıfıra düşüyor. Hani bazıları derler ya, bir gecede cahil kaldık. Zaten cehaletin zirvesindesin. Neresinde cahil kaldın ya bundan daha büyük bir cehalet olur mu? Bütün Türkiye’de Ülkede 72 ortaokul var 23 lise var, 1 üniversite darülfünun sonra İstanbul Üniversitesi olacaktır. Bütün Ülkede 337 doktor var, 60 eczacı var ve diplomalı ebe sayısı 40.000 köyde sadece 136. 40.000 köy var bütün Türkiye’de öyle ayrılmış. Mahalli idare 40.000 köy. 40.000 köyün 37.000 köyünde sıkı durun okul yok, posta yok, yol yok. Ve diyorlar ki bir gecede cahil kaldık. Eveet Sayın Başkan, hanımefendiler, beyefendiler. Ben mucizeler inanmam, komplo teorileriyle de hiç işim yok belgeye göre konuşurum. Fakat Dünya’da bir mucize varsa Atatürk’ün cumhuriyeti Atatürk’ün mucizesidir. Bu okuma yazma oranında ve 72 ortaokul 23 lise bir üniversiteden çok değil üç sene sonra Türkiye kendi uçak fabrikasını Kayseri’de kuracak 1926 - 1942 yılları arasında 212 milli uçak üretecek birini 1934’te İran Devleti’ne hediye edecektir. İtibar budur. Mucize budur. 337 Doktorla başlayan bu Cumhuriyet çok değil 15 yıl sonra kendi aşılarını kendisi üretecek, Temmuz 1938’de Atatürk hayattayken o zaman salgın durumda olan kolera hastalığı nedeniyle büyük Ülke Çin’e 1 milyon ünite kolera aşısını yardım gönderecekti bu Cumhuriyet. Evet itibar bu. Fakat en muhteşem devrim nedir biliyor musunuz? Şu anda aramızda hanımefendiler var. 29 Ekim 1923’te kurulduğunda şöyle diyor. Cumhuriyette vekiller seçilirken Cumhuriyet dönemi Osmanlı döneminde 80.000 erkeğe bir milletvekili Cumhuriyet döneminde 20.000 erkeğe yani nüfusu 20.000 erkek olan yerde bir milletvekili çıkıyor, kadın yok. Bakın erkekler sayılıyor, vergi veriyor, savaşa gidiyor. Çok özür dilerim büyükbaş hayvanlar sayılıyor. Katır, eşek, inek, öküz onlar değerli ama kadın nüfus sayımında yok. Mustafa Kemal Paşa kadının eşit duruma gelmesi için daha Cumhuriyet kurulmadan çabalar. 3 Nisan 1923’te Tunalı Hilmi Bey der ki sen bir konuşma yap Türk istiklal Savaşında Türk kadınları muhteşem kahramanlık yaptı, kadınları nüfus sayımına dahil edelim der. Yani Cumhuriyet kurulmadan sekiz ay önce 3 Nisan 1923. Tunalı Hilmi Bey heyecanlı bir konuşma yapar kadınlarla ilgili Türk kadınını araya sıkıştırır “bu nedenle nüfus sayımına girmelerini hak etmişlerdir ” der. Kıyamet kopar Mecliste. Sayılmaz. Nüfus sayımına Türk kadını 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildikten sonra girer. O zaman dört kadınla evlilik var, miras hakkı yok, mahkemede şahitlik, tanıklık zaten biliyorsunuz bir de pilot olması, doktor olması, profesör olması, hakim olması, savcı olması hayalden öte bir şey. İkinci sınıf bile değil. Çok değil, 72 ortaokulla başlayan bu Cumhuriyet 1926’da üç yıl sonra Medeni Kanunu çıkararak kahraman Türk kadınını erkekle sosyal alanda toplumda eşit duruma getiriyor. Bu muhteşem bir devrimdir. Bana sorarsanız hanımefendiler, beyefendiler eğer Türkiye olur ya bir mücadele durumunda kalırsa bunu kadınlar kurtarır, biz erkekler cesur değiliz onu ben söyleyeyim. Kendi adıma söylüyorum korkaktır erkekler ama kadınlar daha cesurdur ve önden gider. Neden biliyor musunuz?
 Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in kendilerine verdikleri hakkı bilirler. Afganistan coğrafyasını, Yemen coğrafyasını, Ortadoğu coğrafyasının erkeklerden çok daha farkındadırlar. Türk istiklal Savaşı’nın en önemli kahramanı kimdir derseniz evet ordudur ama Türk kadını birinci kahramandır. Elif kağnısıyla mühimmat taşır, Hatice kucağında bebekle yemek ve yiyecek taşır cepheye, gönüllü hemşirelik yapar. Mustafa Kemal şöyle hakkını verir Türk kadınına derki “ Dünya’da hiçbir milletin kadını ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım milletimi kurtuluşa götürmekte ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim “ diyemez ve Mustafa Kemal Atatürk Türk kadınına hakkını verir. Fakat bitmedi. 1934’te milletvekili seçme seçilme hakkını verdiğinde Atatürk’ün Cumhuriyeti kadınlara İtalya, Bulgaristan, Fransa gibi Ülkeler 1944 - 45 – 46 da yani 12 - 13 yıl sonra 11 yıl sonra verecekler. İsviçre, Japonya gibi ülkeler 1971’lerde verecek. Ve arada diğer Ülkeler verecek. Dolayısıyla Türkiye bu hakkı verdiğinde Avrupa 7’nci. Dünyada 12’ncidir. Ve o zaman 18 milletvekili girer meclise 1935 seçimlerinde. Bu 18 milletvekilinin erkeklere oranı temsil oranı 2000 yılına kadar Türkiye’de kırılmaz. Atatürk’ün Cumhuriyeti bu. Bazıları suçlar. Atatürk’ün Cumhuriyeti din, mezhep, inanç, cins ayrımı gözetmez. Ayrıştırıcı değil birleştiricidir. Cumhuriyetle Ümmet, millet, kul değerli birey olmuştur ve Atatürk derki  “ Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir. Türk halkına demez. Türkiye halkı içinde kendini etnik, mezhep, inanç, din hangi yelpazede görürse görsün hepsi Türkiye halkıdır ve bunun hepsi Türk milletini oluşturur ” der yani Türkiye Cumhuriyeti’ni bunlar kurmuştur der ayrıştırıcı değil birleştiricidir. Fakat bana Cumhuriyeti tarif edin derseniz, Atatürk’ün Cumhuriyetini tabi. Anadolu’nun doğusundan, kuzeyinden, güneyinden, İç Anadolu’dan, batıdan, fakir ve yoksul bir köyden isimsiz ve sahipsizleri, bilim insanlığına çıkaran, isimsiz ve sahipsizleri Genelkurmay Başkanlığı, Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı makamına çıkaran rejimin adıdır Atatürk’ün Cumhuriyeti. Bana sorarsanız Atatürk’ün Cumhuriyeti nedir diye. Atatürk’ün Cumhuriyeti doğuda yoksul Savur ilçesinden, okuma yazma bilmeyen bir anne babadan doğan Aziz Sancar‘ı Nobel Bilim Ödülüne taşıyan ve ve Güneybatıda Isparta’nın fakir bir İslam köyünden çobanlık yapan çoban Siri’yi Cumhurbaşkanlığı makamına çıkaran rejimin adıdır Cumhuriyet. Atatürk’ün Cumhuriyeti fırsat eşitliğidir. Liyakattır, erdemdir ve Atatürk’ün mucizesidir. Bana sorarsanız Cumhuriyet budur. Atatürk’ün Cumhuriyeti. Atatürk’ün cumhuriyeti evet altı ilkeye dayanır. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, laiklik, devrimcilik, devletçiliktir. Ama üç sütuna dayanır. Milliyetçilik anlayışı, laiklik anlayışı ve devrimcilik. Laiklik cumhuriyetin ve Atatürk devrimlerinin temel taşıdır göbeğindedir onun için Atatürk’ün milliyetçilik anlayışına laiklik anlayışına ya da devrimcilik anlayışına burun kıvıran, elinin tersiyle iten ya da modası geçti diyen hiçbir siyasi yelpaze Türkiye’yi bir adım ileri götüremez. Ve tarihi bir gerçeği söylemek istiyorum şimdi size Atatürk’ü ve cumhuriyeti Türkiye’den çıkarın geride Afganistan kalır. Hadise budur. Eğer Afganistan’a özeniyorsanız Atatürk ve Cumhuriyeti Türkiye’den çıkarın. Afganistan’da kan gövdeyi götürüyor 1980’den beri. Hadise budur. Bu çok açık. Toplumun yarısını oluşturan Türk kadınını Türk toplumundan çıkarın geriye Afganistan, Suriye, Yemen kalır başka hiçbir şey kalmaz. Bu tarihi gerçektir.
Tarih bir dikiz aynasıdır arada bir bakılması gereken ne derler tarih tekerrür derler ibret alınsaydı hiç tekerrür eder miydi tarih? Hadise budur.
 Atatürk’ü tek adamlıkla, padişahlıkla, diktatörlükle suçlarlar ben bunlara çeyrek eğitimli diyorum okumuş ama çeyrek eğitimli. Neden biliyor musunuz 1930 - 1940 döneminde Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, Soyvet Rusya’da Stalin, İspanya’da Franco, Portekiz’de Salazar, Romanya’da komşu Ülke’de 2.Karl, komşu Ülke Yunanistan’da Metaksas gibi liderler iktidarı ele geçirdikten sonra diktatörlüklerini ilan ederken Atatürk medeni bilgiler kitabını yazdırıyor orada insan haklarını özgürlüğü ve demokrasi anlatıyordu. Onun için Atatürk, tarihin kıskandığı lider. Diktatör olur mu? Der ki “ Türk İstiklal Savaşı, Dünya’nın en haklı, en meşru, en kutsal savaşlarından biridir. Ve Türk istiklal savaşında meclis bir saniye kapanmamıştır. Bunun beş bin yıllık yazılı savaş tarihinde örneği yok. Kurtuluş Savaşını veren hiçbir Devlet, meclisi sürekli çalıştırmamıştır. Ve Mazhar Müfit Kansu en sonunda bıkar meclisten. Derki paşam düşmanla mı uğraşacağız meclise mi kavga edeceğiz başkomutansınız yetkilisiniz meclisi dışlayalım der. Çünkü meclise hesap vermekten bıkıyor oradakiler. Derki Mazhar Müfit Kansu çocuk çocuk ben meclise çelişirim, meclise çatışırım, mecliste kavga ederim ama meclissiz yapamam der. Bir saniye bile kapanmamıştır evet Türkiye Büyük Millet Meclisi.
 Onuncu yıl nutku. Hepimizin bildiğiniz gibi ilkokuldan itibaren Büyük Türk Milleti diye başlar. Son cümle; her on senede akıp giden büyük saadetlerle ve devam eder en sonunda Ne Mutlu Türküm diyene. 7 sayfadır bu, Mustafa Kemal Atatürk bunu heyecanla hazırlar. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün hesap verme isteği ve arzusu çok fazladır milletine, heyecan duyar. 7 sayfaya hazırlar bu 7. Sayfadır. Çankaya Köşkü’nde vardır bu. Bunu arkadaşlarına 28 Ekim 1933 günü okur heyecanla. Ertesi gün bakalım arkadaşları ne diyecek. Sesi titremez, şu cümleye geldiğinde sesi titrer. Bu söylediklerim hakikat olduğu gün senden yani büyük Türk milletinden ve bütün medeni Dünya’dan dileğim şudur, beni hatırlayınız. Bakın bir şart koşuyor. Atatürk tepeden tırnağa bir insan. Hatırlanmak istiyor elbette. Fakat burada biraz gözleri nemlenir bu cümlede. Yusuf Hikmet Bayır yanındadır. Nasıl buldunuz der. Yusuf Hikmet Bayır arası iyidir, nazı geçer. Paşam der bu cümleyi okumayın. Millete veda mesajı yazıyor, sizde biraz hüzünlendiniz bunu okumayın. Okumaz, üzerini çizer. Arşivde öyle kalır. Sesinden duymayız ama yazılıdır. Evet söyledikleri hep gerçekti. Yıllar sonra tabi insan doğar bir gelişir ve nihayetinde doğa yasalarına göre bu dünyadan göç eder. Hastalığı ilerler 1937’nin ortalarından itibaren Celâl Bayar Başbakandır ikide bir paşam der size yabancı bir hekim getirelim. Mustafa Kemal Paşa derki, (sevdiğine çocuk der) “ çocuk eğer yabancı hekim getirirseniz bütün dünya benim hasta olduğumu anlar, Hatay‘ı kaybederiz, alamayız. ”  Çünkü Hatay, Fransızların işgal halindedir ve Hatay benim şahsi davamdır demiş. Almak istiyor fakat hastalığı gittikçe ilerler. Artık yaşam kalitesine de yansır. En son 15 Mart 1938’de Celâl Bayar devlet işi ile ilgili Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal’le görüştüğünde derki “ Paşam size yabancı bir hekim getirelim. Bakın çok hastalanıyorsunuz yarın öbür gün önleyemeyiz. ” En sonunda der ki “ çocuk, çocuk ne yapacaksan çabuk yap ben hastayım. ”
15 Mart 1938’de hasta olduğunu artık itiraf eder ama buna rağmen Hatay benim şahsi davamdır der. Hatay’ı Fransızlardan alacak. Lozan’dan devredilen sorundur o. Doktorların şiddetle karşı çıkmalarına rağmen 20 Mayıs ve 24 Mayıs’ta dikkat edin bu fotoğraflar orijinaldir, bitkindir. 20 Mayıs, 24 Mayıs’ta önce Mersin sonra Adana’yı ziyarette bulunur. Askerlere, komutanlara daha önceden emir vermiştir. Tören geçişi yapsınlar diye. Fransız ordusuna gözdağı vermek için durur 40 dakika askerlerin tören geçişini ayakta selamlar. 40. dakikanın sonunda Hasan Rıza Soyak gelir paşam düşeceksiniz yaslanın bize der hayır hayır der.  Askerleri koşturma emri verir koşarak geçerler. 40. dakikanın sonunda orada yandakilerin anıları şunu der. Ölü rengi, sapsarı olmuştur. Odasına çekildiğinde burnundan kan gelir 40°’ye kadar ateşi yükselmiştir. Buna rağmen 24 Mayıs’ta ziyaretini engellemez Adana’ya gider aynı şekilde Fransızlara gözdağı vermek için aynı töreni yapar akşam odasına çekildiğinde burnundan daha fazla kan gelir. Onun için Hanımefendiler, beyefendiler ben Hataylıyım biz Atatürk’e Hatay şehidi deriz.  
 Hatay Atatürk’ün emanetidir eğer Hatay bugün Türk topraklarında olmasaydı Suriye’de İdlip’te El – kaidenin cirit attığı, kafa kestiği bir bölgeye dönüşecekti. Onun için hiç kuşkum yok hepinizin Atatürk sevdası ölçülmez elbette hiç kuşkum yok bunu ölçme iddiasında kimse olamaz. Ama eğer siz 1 seviyorsanız ben 10 severim Atatürk’ü. Çünkü Hatay onun ömrünü aldı. 24 Mayıs‘tan sonra hiçbir yeri ziyaret edemeyecek artık hasta yatağında İstanbul’a çekilecektir, milleti ile bir daha bir araya gelemeyecektir. Ve bu ziyareti ürününü verir 5 Temmuz 1938’de Türk askeri Hatay’a girdiğinde Türk askeri büyük bir heyecanla coşkuyla hasta yatağından kalkar küçük bir sandala biner Dolmabahçe‘nin önünde küçük bir motora 1 saat kadar dolaşır 39,5 derece ateşi olunca alırlar hemen tekrar yatağa götürürler. Bir daha da yataktan kalkamayacaktır zaten. Dolayısıyla milletine verdiği Hatay sözünü de yerine getirmiş olur. Biliyorsunuz Dolmabahçe‘de Atatürk’ün hasta odasında Rus ressamın hediye ettiği dört mevsim tablosu. Tabi ilaçların yan etkisiyle uyur. Uyandığında böyle bir yerde yaşama sevinci olur hastalığında. Hep böyle bir yere gidelim, yaşayalım. Bir gün Afet İnan’ı kabul eder Eylül’ün başında. Bu tabloya bakarak “şöyle bir yere gidelim, küçük odalı, tek odalı bir yere. Orada yaşayalım hele ben bir iyi olayım” der. Evet iyi olma umudu var ama çaresiz. Ve 5 Eylül 1938’de bir gün önce Hasan Rıza Soyak Genel Sekreterler “çocuklar durum ciddi yarın Noteri çağırın” der. Zaten el yazısı ile vasiyetini hazırlamıştır Mustafa Kemal. 5 Eylül 1938’de vasiyetini notere teslim eder ve 6 Kasım 1938’de Celâl Bayar çıkar ama son defa gördüğünü farkında değil devlet işleriyle uğraşır. Atatürk’ün kilosu bu arada 40 kg’a kadar düşmüştür deri ve kemik kalmıştır. Yatakta oturduğunda artık vücudu tamamen sızı için içindedir. Celâl Bayar‘la son devlet işlerini yapar ama ikisi de son görüşme olduğunu hüzünlü bir veda olduğunu anlamazlar. 8 Kasım 1938’e geldiğinde kadınların önsezilerinden herhalde. Sevdiği üç kadın kız kardeşi makbule, Afet İnan ve çok sevdiği Sabiha Gökçen (pilot olmuştur, muhteşem bir başarıdır) onlar çıkarlar konuşamaz tabi fakat sanıyorum ön sezilerinden dolayı ellerini öperler, okşarlar 20 dakika kadar kalırlar. O gün akşam üzeri saat 19:00 gibi bakar saat kaçtır der Hasan Rıza Soyak Genel Sekreter yatağının başında efendimiz saat akşam yedi der. Doktor tabi telaşlanır efendimiz, efendimiz dilinizi çıkarın dilinizi çıkarın der. Atatürk doktora bakar dilini çıkarmak ister çıkaramaz, yarım çıkarır. Doktor endişeli tekrar bağırır çıkaramaz ve yanındakilerin anılarından derliyorum kaç kişinin anısı. Ve aleykümselam olur son sözü ve kendinden geçer yani derin komaya girer. Bu derin koma, bilincini kaybetme iki gün sürer. 10 Kasım 1938’de doktorlar sabah sekizde normal serumlarını verirler ama son serumu verdiklerinin farkında değillerdir. Dokuza doğru geldiğinde göğsü hızla inip kalkmaya başlar. 9:05’de deniz mavisi gözlerini açar etrafa bakar. Derin komadan uyanmıştır. Bakar, bakar bir şey söyleyemeden başı sağa doğru döner ve gözü açık şekilde sonsuzluğa kavuşur. Doktor Mim Kemal Öke açık gözlerini kapatır ve nöbet defterine doktorlar son cümleyi yazarlar. Ebedi şefimiz saat 9:05’de hayatı terk etmişlerdir. Muzaffer komutan hayatı terk etmişlerdir. Ben Atatürk’e hiçbir zaman öldü, vefat etti demem çünkü Dünya tarihinde hiçbir kral, hiçbir komutan, hiçbir lider, hiçbir devlet adamı öldükten sonra Ülkesini yönetmedi. Hiçbir lider, hiçbir devlet adamı, hiçbir hükümdar her gün onu öldürmek isteyen bir sürü tetikçi ile dolmadı. Dolayısıyla Atatürk aslında ölmedi, sonsuzluğa adım attı. Ben öyle derim. Fakat burada yaveri Salih Bozok’un bilinci kaybolur o anda 9:05’de. Koşarak Dolmabahçe’nin zemin katına iner. Giriş katına, boş bulduğu bir odaya girer sertçe kapıyı kapatır ve içerden bir tabanca sesi duyulur. Kalbine sıktığı tek kurşunla kanlar içinde yere serilir. Çünkü dayanamaz yaveri yıllardır beraber. Sırdaşı aynı zamanda. Cenaze 16 - 18 Kasım 1938’de milletin huzuruna açılır. Cenazeyi 600.000 kişi ziyaret eder 11 kişi ezilmekten ölür, 40 kişi ağır yaralanır. Fahrettin Altay başta olmak üzere silah arkadaşları derki cenaze namazını biz camide kılarsak çok kişinin ölümüne neden oluruz. Fahrettin Altay söyler ne yapalım? Burada kılabilir miyiz? O zaman derler ki Diyanet İşleri Başkanına soralım. Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’ye sorarlar. Atatürk’ün cenaze namazını Dolmabahçe‘de kılabilir miyiz, İslam dinine uygun mudur? Rıfat Börekçi tarihi bir cevap verir derki “Atatürk’ün cenaze namazı onun özgür ve tertemiz hale getirdiği her karış toprakta kılınabilir” der. 19 Kasım 1938 saat sabah sekiz civarında sabahleyin cenaze namazı kardeşi Makbule Hanım’ın da bulunduğu bir ortamda, arkadaş ortamında kılınır. Özellikle ismini söylüyorum yine bazıları cenaze namazı ile ilgili tartışmalar yapar çok ayıp tabi. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ordinaryus Profesör Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırılır ve Ankara’ya uğurlanır. Çok sevdiği, hastalığında gidemediği Ankara’ya uğurlanır. Burada 5000 yıllık yazılı Dünya Savaş ve insanlık tarihinin görmediği bir olay yaşanır. 10 Kasım 1938’de o zaman sadece radyo var. Ajanslar bütün Dünya’ya haber geçer ve derler ki 19 Kasım 1938’de Devlet Töreni yapılacaktır. Ankara’da katılmak isteyen Ülkeler Büyükelçilikler vasıtasıyla Dışişlerine bildirsinler diye. Londra’da hasta yatağında yatan General Birdwood 80 yaşında ayağında kangren tehlikesi var ve kalkamıyor. Ben Atatürk’ün cenaze merasimine katılacağım der. Doktorları tebessüm eder. Herhalde ilaçların yan etkisiyle bilincini kaybetti diye düşünürler. Sayın Mareşal derler bırakın Türkiye’ye gitmeyi siz Londra dışına çıkamazsınız. Ayağınızı kesmek zorunda kalırsak kan kaybından ölürsünüz onun için lütfen yatağınızdan ayrılmayın derler. Ama General bir yolunu bulur, İngiliz Hükümetinden iznini alır ve mareşal üniformasını kuşanır ve o koşullarla Ankara’ya gelir. Ankara’ya geldiğinde İngiliz Büyükelçiliği başına bela gelmesin diye kortejde yürütmez. Çünkü ayağı şiş, yürüyemiyor. O zaman kortejin geçtiği halk evi balkonuna alırlar. İngiliz Büyükelçiliği devrilmesin diye arkasına bir koltuk koyar. Önüne de şiş ayağının altına minder koyar. Aman Türkiye’de başına bir şey gelmeden Londra’ya gitsin derler. Kimdir bu Mareşal William Birdwood İngiliz General. 1915 Çanakkale Muharebelerinde 34 yaşında Mustafa Kemal’in karşısında savaşan ve yenilen İngiliz Tuğgeneral William Birdwood. Savaşta yendiği düşmanının, onun önündeki bu saygı duruşu tarihte bir ilk. Ne önce ne sonra yok. 80 yaşında ve ölümü göze alarak geliyor. İşte onun için Atatürk, tarihin kıskandığı lider. Fakat bu da bitmez. Yunan Başkomutanı Trikopis, 2 Eylül 1922’de Uşak’ta esir alınır. Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna getirirle diğer generallerle bunu kabul eder. Ayağa kalkar Mustafa Kemal Paşa. Hoşgeldiniz Sayın General der. Esirdir ama kahve, çay söyler, sohbet ederler. Zamanımız yok onu atlıyorum. En sonunda biter sohbetleri. Ayağa kalkar. Ayrılacak, Kayseri’deki esir kampına gidecek. Sayın General der “ Eğer vazifenizi yaptığınız konusunda vicdanınız rahatsa üzülmeyin. Çünkü askerlikte, savaşta her askerin başına esaret gelebilir. Napolyon da esir oldu. Siz artık bundan sonra bizim konuğumuzsunuz. Merak etmeyin. ” der. Elini sıkar, uğurlar. Kayseri esir kampına gider. 1923’te esirler mübadele edilir. Yunanistan’a döner ama bu arada Türk İstiklal Savaşı sonunda Yunanistan bu büyük travmayı atlatamaz. Ekim 1922’de hemen savaştan sonra bir mahkeme kurar ve 22 Kasım 1922’de 6 Devlet adamını kurşuna dizer. Niye? Buna Yunan ordusu Anadolu felaketi der. Tarihe öyle geçer. Ve Anadolu felaketini yaşatan bu 6 kişiyi kurşuna dizerek idam eder. 1939’dan itibaren Trikopis’in yaptığı röportajdan alıyorum. Her 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda yani bugün Trikopis (1953 yılına kadar yaşar ) Atina Türk Büyükelçiliğine gider Atatürk’ün büyük boy posteri önünde saygı duruşunda bulunur. M.Ö 4.yy’da Eflatun derki “ Krallar filozof olsa ve filozoflar kralın tahtına otursa ” çok güzel bir dilek. Her yer güllük gülistanlık olur. Ama Eflatun’un bu dileği bir türlü gerçekleşmez. 20.yy’da bir Devlet adamında gerçekleşir. Mustafa Kemal ATATÜRK. Başöğretmendir. Liderlik, Devlet Adamıdır, Başkomutandır. Beş bine yakın kitap okumuştur. Günlük alınıp verilenler hariç. 14 kitap yazmıştır. Bunlardan biri geometridir. Onun için Eflatun’un deyimiyle Atatürk sadece bir başöğretmen değil bir filozoftur. Hindistan’ın kurucusu Mahatma Gandi der ki “ Mustafa Kemal İngiltere’yi yeninceye kadar biz İngilizleri tanrı zannederdik ”. Çünkü Mustafa Kemal’in başlattığı Milli Mücadele ve Türk istiklal Savaşı ve devrimler sadece Türkiye ve bizler için değil ama bütün masum ülkeler, sömürülen ülkeler, ezilen ülkeler için bir meşale olmuştur. Mesela Fidel Castro 1996 habitat zirvesinde yaptığı söyleşi de şunu söyler “ ben de devrim gerçekleştirdim ama Atatürk’ün yaptığını yapamazdım ona ve devrimlerine hayranım kendinize başka Önder aramayın” sosyalizmin kalesi Küba Lideri Fidel Castro.
 Mustafa Kemal’in evliliği fırtınalı denizde bir yolculuktu 28 Ağustos 1923’te evlendiğinde damat 41 yaşında, gelin 24 yaşında gelin evet yurtdışında eğitim görmüş, yabancı dil var ama 24 yaşında bir gelin. Damat Mareşal. İşgalcileri yerle bir etmiş, Dünya’nın gıpta ile baktığı, savaş ustalarının kıskandığı bir savaşçı. Savaşın ustası, barışın efendisi. Nihayet iki yıl altı ay dört gün sürer evlilikleri arada çok şey ve bu benim kendi deyimimdir bu fırtınalı denizde bir yolculuktur.
Mustafa Kemal’i bayağı yıpratır ve en sonda arkadaşlarına şunu söyleyecektir bir gün yemekte arkadaşlar diyecektir ordular yönettim, devlet kurdum, cumhuriyet kurdum, düşmanları yendim ama bir kadını idare edemedim diyecektir. Evet ve yıllar sonra hastalığının başında kız kardeşi Makbule hanımla Selanik’e doğru gider anılarında, çocukluklarında. Evliliğe gelir, kız kardeşi Makbule’ye der ki “beni iki kadın çok sevdiler biri Fikriye’dir. O ben olduğum için Mustafa Kemal’i sevdi. Biri Latife’dir, o da makamı, mevkii sevdi” der. Latife hanım’a hakkını verelim en azından hakkını ben teslim edeyim 1925’te ayrıldıktan sonra kendi köşesine çekilir 1975’te Göztepe’de İstanbul’da cilt kanserinden vefat eder. Demokrat Parti döneminde bile birçok kez röportaj yapma isteğine rağmen Atatürk’le ilgili, evliliği ile ilgili hiçbir şey konuşmaz. Köşesinde sırları ile beraber göç eder. Ben düşündüm neden acaba? İnceledim şöyle sonuca vardım. O benim kanaatimdir. Evliliğinde gösteremediği saygıyı, veremediği huzuru köşesine çekilerek sanıyorum vermek istedi. Ona da rahmet diliyorum ben.
 Ve Atatürk en büyük eseri, yazdığı 14 Kitap’tan Nutuk’u yazar. 10, 15 kahve içer geceleri uyumaz.  Gözleri şişer, gözyaşları olur tülbentle ıslatır soğuk suyla gözünü siler tekrar devam eder. Çünkü tıp o zaman gelişmemişti. Nutuk’u yazar büyük bir heyecanla hesap verecektir milletine. Nutuk’u Türkiye Büyük Millet Meclisine 15 - 20 Ekim 1922’de altı günde okur günde 6 saat hiç titremez 36 saat 33 dakikada bitirir Nutuk’u 32. dakikaya geldiğinde son sayfadır ve burada sesi titrer ve gözlerinden yaş gelir. Bugün ulaştığımız sonuç asırlardan beri çekilen milli felaketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum deyince gözlerinden yaş süzülür. Yanındakiler anlatır hatıralarında. Sonra Ey Türk Gençliğini okur. Neden çünkü benim en büyük eserim Cumhuriyet der ve cumhuriyeti emanet ediyor. Gözleri yaşarır. Derler ki Paşam gençlikle neyi kast ediyorsunuz? Derki benim gençlikle kastettiğim çağdaşlaşmayı, yeniliği, ilerlemeyi, gelişmeyi takip eden Devrimcilik ilkesini takip eden 80 yaşındaki bir insan gençtir ama 18,20 yaşındaki bir genç eğer gelişme, yenilenme ve çağdaşlaşmayı takip etmiyorsa o yaşlıdır. Onun için hepiniz Atatürk’ün gençlerisiniz ve Atatürk bunu sizlere emanet etti. En büyük Atatürk sevdalıları sizsiniz çünkü. Ben manevi miras olarak hiçbir ayet hiçbir dogma hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi mirası budur. Atatürk deyince akıl, bilim, tam bağımsızlık, antiemperyalizm ve umut, umut, umuttur. 39 yaşında idama mahkum edildiğinde yokluklar içinde bir saniye umudunu yitirseydi Türk istiklal Savaşı ve Cumhuriyet olmayacaktı hiçbirimiz burada olmayacaktı. Burada muhtemel ki İngiliz, Fransız, Yunan, Amerikan bayrakları sallanacaktı. Onun için hanımefendiler, beyefendiler Atatürk demek umut demektir. Eğer umudunuzu yitirme eşiğine geldiğinizde 39 yaşında idama mahkum edilen o genç kahramanın o yokluklar içinde çektiği sıkıntıları düşünün ve lütfen umudunuzu kaybetmeyin umudunuzu kaybederseniz Atatürk’ün anlayışı ile ilgili bir eksikliğimiz var demektir.

 Hatay Müzesi’nde şu vardır. Son sözlerim. Seneca derki “ölüm her şeyi eşit kılar” muhteşem bir sözdür. Cahit Sıtkı derki “neylersin ölüm herkesin başında uyudun mu uyanamadın olacağı kim bilir nerede nasıl kaç yaşında bir namaz saltanatın olacak. ”             Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk batı cephesi komutanı İsmet İnönü ve Genel Kurmay Başkanı Mustafa Fevzi Çakmak ve onun emrinde görev yapan kahraman Silahlı kuvvetleri ve vatandan milletten başka sevgili bilmeyen o kuşak. Tamamlanması şerefle tamamlanması en zor görev olan hayatı tamamladılar.  Şerefle tamamladılar hayatı. Ve bize bu Cumhuriyeti emanet ettiler. ve Celâl Bayar, 10 Kasım 1938’de konuşma yapar. Derki “ Büyük Atatürk seni sevmek milli bir ibadettir.” Çok tenkit edilir. Yıllar sonra sıkıştırmak için Celâl Bayar‘a sorarlar. Sayın Bayar Atatürk’le ilgili bu söz söylediniz aynı şeyi düşünüyor musunuz? Hayır der değiştirdim. Ne düşünüyorsunuz? “Büyük Atatürk seni anlamak milli bir ibadettir.” der.  10 Kasım 1938 bütün Dünya radyolarında ajanslar geçtiğinde İtalyan radyosunda aynı anons yapılır. Fakat Atatürk’ün arkadaşı Asaf İlbay İtalya’da. Asaf İlbay’ın hatırlatlarından aktarıyorum. Hemen cenaze için apar topar işini bırakır İtalya’da ve döner 11 Kasım’da. Dönerken İtalyan gazetelerini alır. İtalyan gazetelerin birinde Atatürk’le ilgili bir makale vardır. İtalyan bir tarihçi bir makale yazmış. Atatürk’ün Devlet adamlığı, kişiliği, liderliği.. Son cümlesinde batılı İtalyan tarihçi şöyle bitirir; “Büyük İskender, Sezar, Napolyon ayağa kalkın, büyüğünüz geliyor.” Muhteşem.. Mustafa Kemal Atatürk’ü gerçek makamına oturtan yedi sözcük budur işte hayatının özeti. Büyük İskender, Ariston’un öğrencisi. Kendi döneminde bilinen coğrafyanın yarısını fetheden ve bütün dünya savaş tarihinin hayran kaldığı bir komutan. İskenderun’a İskenderun ismini o vermiştir. Sezar, kendi döneminin en büyük hükümdar ve komutanı. Napolyon, 62 savaşa girmiş batının hayran kaldığı bir komutan. Ve batılı tarihçi diyor ki 10 Kasım 1938’de sonsuzluğa adım attığında Büyük İskender, Sezar, Napolyon ayağa kalkın, büyüğünüz geliyor. Ne muhteşem bir olay bu. Evet Büyük İskender, Sezar, Napolyon kıskanmışlar mıdır bilinmez ama iyi komutan, iyi asker olduklarından General Birdwood gibi Trikopis gibi Atatürk’ün önünde saygıyla eğilmişlerdir. Hiç kuşkunuz olmasın.
 Beni sabırla dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum. Beni sizlerle buluşturma fırsatı, imkanı veren Sayın Uğur Dündar’a çok çok teşekkürlerimi sunuyorum. Sağ olun var olun. Atatürk ile kalın, Cumhuriyetle kalın, umutla kalın ama sağlıkla kalın diyerek sözlerine son vermiştir. Katılımcılar Emekli General ve Akademisyen Naim Babüroğlu’nun konuşmasını ayakta alkışladı.
Yüksek Divan Kurulu Başkanımız Uğur Dündar, Genel Sekreterimiz Burak Çağlan Kızılhan organizasyonun sonunda Emekli General ve Akademisyen Naim Babüroğlu’na plaket ve forma takdim etti.
Üniversiteli Fenerbahçeliler Mezunlar Derneği Başkanı Atilla Çevik ile 1907 Üniversiteli Fenerbahçeliler Birliği Başkanı Ulaş Deniz Sungurtekin de Naim Babüroğlu’na Anıtkabir görselinin yer aldığı tablo hediye etti.